BÜLENT KUŞOĞLU (CHP Başkan Yard.)
Değerli
arkadaşlar, şimdi, 32 maddelik çok da önemli
k onuların olduğu ama bu önemli konuların
olmasına rağmen bu önemli konuların böyle bir
konjonktürde istenilen etkiyi yarattığına,
yaratacağına inanmadığımız bir teklifle karşı
karşıyayız, teklifler manzumesiyle karşı
karşıyayız. Türkiye’nin mevcut durumuna
baktığımızda, mevcut durumdaki ekonomik
tablosuna baktığımızda, dış politik tablosuna
baktığımızda, dış politikanın ekonomi üzerine
etkilerine baktığımızda, küresel gelişmelere
baktığımızda Türkiye’nin, Türkiye’yi idare
edenlerin, yürütme erkinin, iktidarın çok daha
farklı bir gündemi olması gerektiğini
düşünüyorum, çok daha farklı yasa tekliflerinin
burada görüşülmesi gerektiğini düşünüyorum, çok
daha farklı maddelerin burada ele alınması
gerektiğini düşünüyorum.
Orta Vadeli Program’a bakın, temel ekonomik
büyüklükler 2019 için gayrisafi yurt içi
hasılanın cari fiyatlarla 4 trilyon 450 milyar
lira olması öngörülmüş, 4 trilyon 450 milyar.
Gayrisafi yurt içi hasıla dolar olarak da
yabancı para cinsinden 795 milyar olarak
öngörülmüş. Kişi başına gelir 9.647 ve gayrisafi
yurt içi hasıla büyümesi 2,3 2019 için
öngörülmüş. İlk çeyrekteki görüntüye
baktığımızda, ilk altı aylık rakamlara
baktığımızda, bunların 2019 hedefleriyle hiçbir
ilgisinin olmadığını görüyoruz, yaklaşmamışız
bile.
Dolayısıyla bizim yapmamız gereken çok daha
farklı konular var. 960 milyar liralık bir bütçe
geçti buradan, 960 milyar liralık bir bütçe
yaptık; bütçenin
gelir ve gider kalemlerine bakıyoruz,
hedefleri tutturmamız hiçbir şekilde mümkün
değil. Merkez Bankasından daha önce 30 milyar
civarında bir nakit alınmasına rağmen -ki bu her
sene olan bir gelir değildir- bedelli
askerlikten alınan bir rakam olmasına rağmen ve
yine bir defaya mahsus bir gelir olarak imar
affından alınan gelirler olmasına rağmen şu anda
2019 için hedeflenen 80,6 milyar liralık bütçe
açığı şu anda 66,5 milyar liraya ulaşmıştır.
Normalde bu bir defalık gelirler söz konusu
olmasa 100 milyar lirayı geçecekti yani ilk beş
ay içerisinde on iki aylık hedefin çok üstünde
bir açık söz konusu. Ve ilk beş ay içerisinde
vergi gelirleriyle ilgili olarak, devletin
gelirleriyle ilgili olarak çok büyük bir düşüş
var. Vergi tahakkuk, tahsilat oranı yüzde
50’lerde, beyana dayalı olanlarda daha da düşük
vaziyette. Vergi alamayan bir devletten, bir
maliyeden bahsediyoruz. Vergi alamıyoruz, vergi
toplayamıyoruz, geliri yok artık devletin,
hedeflerinin hiçbirini tutturamıyor. Giderlerde
bir anormallik var, giderleri denetleyemiyor
yani para harcamasını bilmiyorsanız, para
toplamasını, vergi toplamasını bilmiyorsanız,
harcama yapmasını bilmiyorsanız idare
edemiyorsunuz demektir. Harcama yapmak, idare
etmek demektir. Şu anda idare edemeyen bir
hükûmetimiz var, hükûmet yok art ık
da iktidarımız var. Hükûmet de yok artık, o
başka bir konu. Ama şu anda idare edemeyen,
Türkiye’yi idare edemeyen bir iktidardan
bahsediyoruz; geliri yok, gideri yok, hiçbir
şekilde hedeflerini tutturamıyor. İlk beş aylık
verilere bakın, gelir ve gider hedeflerine bakın
ne kadar aşağıda kaldığımızı, ne kadar
hedeflerin dışında kaldığımızı görürsünüz. Bunun
ülke ekonomisine yansımaları çok anormal
olacaktır, olmaktadır; işsizliğin geldiği boyuta
bakarsak, 8,5 milyon işsizin olduğunu, bunların
önemli bir miktarının da genç ve üniversite
mezunu olduğunu görürsek ne hâlde olduğumuzu
tasavvur edebiliriz. Bunlar görünmüyor,
gösterilmek istenmiyor. 2018 sonu itibarıyla
hatırladığım kadarıyla 409 milyar liralık bir
kamu alacağı var vergilerden
oluşan; 2018 sonu itibarıyla, şu anda bunun
500 milyara yaklaştığını tahmin ediyorum, biraz
sonra ilgili arkadaşlara soracağız, cevap
verebilecekler mi bilmiyorum ama şu anda 500
milyara yakın kamu alacağı var, ağırlığı
vergiden oluşuyor bunun.
Bu hedefleri tutturamamak, vergi alamamak,
giderlerin aşırı artmış olması, işsizliğin bu
boyutta olması, hedeflerin, biraz önce
söylediğim temel ekonomik büyüklüklerin
tutturulamaması büyük bir sorundur, her ülke
için sorundur, gidişat uçuruma doğrudur. Bununla
ilgili buraya getirilmesi gerekenler var yani
biz burada bir şeyler görüşüyorsak -2019’da da
doğru dürüst görüşme yapamadık, seçimler bahane
edildi falan- yapılması gereken çok önemli işler
var. Ekonomik krizle ilgili yapılması gereken
bir ameliyat lazım, operasyon lazım, böyle
pansuman tedbirler değil. Bunların yapılması
lazım, ilave olarak “yapısal reformlar”
dediğimiz vergiden başlayarak, hukuktan
başlayarak, adalet reformundan, demokrasinin
temel ilkelerinden başlayarak, sosyal
güvenlikten başlayarak yapılması gereken
reformlar vardır. Bunların buraya getirilmesi,
burada bunları çalışmamız lazım. Ülke bu
hâldeyken bizim bunlarla uğraşıyor olmamız
lazım. Şimdi bu getirilen 32 madde önemli ama bu
sorunlara çare bulan maddeler değil. Eğer
gerçekten bu ülkenin sorunlarını çözeceksek,
çözmek istiyorsak iktidarın bunlara yönelik
maddeler getirmesi gerekirdi, bizim bunlarla
uğraşıyor olmamız gerekirdi, bunları tartışıyor
olmamız gerekirdi.
Şimdi, bunlardan bu operasyona yönelik
olduğunu gördüğüm özellikle 2 madde var. Biraz
önce Mustafa Bey söyledi. “Sorunlu krediler
konusunda -ki sürekli olarak yükseliyor
hakikaten- yapılandırabilecek olanlar
yapılandırılmalı, diğerleri de hemen tasfiye
edilmelidir.” dedi Sayın Savaş. Şimdi, bu çok
doğru bir cümle, gerçekten böyle olması lazım;
yapılandırılacak olanlar yapılandırılmalı
sorunlu kredilerden ve diğerleri tasfiye
edilmeli. Bu ne demektir? Batacak olan firmalar
batmalı, ayağa kaldıramayacak olduğumuz
firmalara daha fazla destek vermemeliyiz.
Yerdeki yatan ölüye serum bağlamayacaksınız, kan
vermeyeceksiniz, uğraşmayacaksınız, artık ölmüş,
bununla uğraşmayacaksınız demektir yani bazı
firmaların öldüğünü, artık onlara destek
veremeyeceğimizi görmemiz, anlamamız lazım. Bazı
firmaların da ayağa kalkabileceğini görmemiz
lazım ancak getirilen maddelere bakarsanız,
ilgili maddelere, diyor ki: “Bu konuyla ilgili,
bunlarla ilgili yapılacakları bir yönetmelikle
BDDK’ya bırakıyoruz yani iktidara bırakıyoruz,
iktidar tarafından yapılsın.” Bütün dünyada bu
tür operasyonlarda, değerli arkadaşlarım,
yapılacak olan iş kanunla belli normlara
bağlanır, keyfî olmaz. Hangi firmaların
kurtarılacağı, hangilerinin kurtarılmayacağı
keyfî olarak hiçbir iktidara bırakılmaz. Keyfî
bir iş değildir bu, normu olur, standardı olur,
bir hukuku olur bu işin. Yönetmelikle olmaz,
bunun çok iyi bilinmesi lazım. İktidarın keyfine
bırakılacak bir konu değildir. Böyle bir eksik
var, bir.
İkincisi, bu firmalara ne kadar destek…
Bunlar bankalara borçlu olan firmalar. Bankalar
zaten bunları kurtarabilse kurtaracak. Bizim
bunlara bir nakit ayırmamız lazım. “Can suyu”
diyoruz ama can suyunun ötesinde bir yerden bir
kredinin bunlara veriliyor olması lazım ki
bankalar da buna teşebbüs edebilsin, doğru
dürüst bu kurtarma işini yapabilsin. Böyle bir
durum söz konusu mudur? Yok böyle bir durum, söz
konusu değil. Bunu görmüyoruz, bilmiyoruz. Ne
kadar sorun var, ne kadar liralık bir problem
var, ne kadarlık bir kurtarma operasyonudur;
bunu bilmiyoruz.
Bakın, biz buradan birkaç ay önce bir yasa
geçirdik. Geçen yılın Haziranından itibaren
ihale almış firmalar, ihale kazanmış firmalar
eğer işlerini yapamıyorlarsa -2019 sonuna
kadardı galiba- tasfiye edilmelerine,
teminatlarının yakılmamasına karar verdik.
Hatırlıyorsunuz, böyle bir kanun
geçti burada. Bu kanun uygulamada nasıl oldu
biliyor musunuz? Biz de destekledik onu,
firmalar işlerini yapamıyorlarsa kur artışı
nedeniyle, enflasyon nedeniyle yani sözleşme
yaptıkları zamanki şartlar çok fazla değişmiş,
aleyhlerine olmuşsa artık, bu firmalar daha
fazla zorlanmasın dedik, böyle bir kanun
geçirdik. Bildiğimiz kadarıyla, bu konuyla
ilgili olarak 177 milyar liralık bir işlem
yapıldı ama keyfî olarak yapıldı. Bazı
firmaların özellikle batırılmaya çalışıldığını,
o kanuna rağmen firmaların sıkıntıya sokulduğunu
biliyoruz. Şimdi, böyle bir durumda kalkıp da
biz bu işi yönetmeliğe bırakırsak yine iktidar
tarafından keyfî olarak iş yapılacaktır, hiçbir
şekilde hukuki işlem yapılmayacaktır, keyfî
olarak birçok firma batırılacaktır. Buna müsaade
etmemiz mümkün değildir, bunun bilinmesi lazım
ve ayrıca ne kadarlık bir fonun bu işlem için,
bu iş için ayrılacağını da bilmemiz lazım.
Diğer konulara gelince; çok önemli konular
var. Mesela 1’inci madde vergi sistemini tümüyle
değiştiriyor. Bütün vergi mükelleflerimizin,
beyana dayanan gelir ve kurumlar vergisi
mükellefleri dâhil, serbest meslek erbabı dâhil,
ticari usulde kazancını tespit eden tüm
mükelleflerin bundan sonra ciroları üzerinden,
hasılatları üzerinden yüzde 10’luk bir pay
ayrılmasını, onun üzerinden vergi ödemelerini
öngörüyor. Biz vergide reform, reform dedik, biz
vergide sürekli olarak çağdaşlığı hedefledik,
biz -işte, biraz önce TÜRMOB Başkanı kendisini
tanıttı burada- TÜRMOB gibi çok önemli meslek
kuruluşları, meslekte yetişmiş elemanlar
yetiştirdik. Bugün elemanlarımız eğer dil
biliyorsa… Bizim meslek kuruluşuna tabi
elemanlarımız dünyada uluslararası sınavları
rahatlıkla geçiyorlar, iddialı olduğumuz bir
alan ama tutuyoruz, bütün bunları bir tarafa
bırakıyoruz, Orta Doğu usulü götürü bir
vergilemeyi tercih ediyoruz. Bu yapılan ne kadar
yanlıştır biliyor musunuz? Çağdaş bir
vergilemeden, beyana dayanan bir vergilemeden,
böyle bir
usulden, mümkün olduğunca kayıt dışılığı
önlemeye çalışan, her firmanın gerçek gelirini
ve giderini tespit etmeye çalışan bir hedeften
götürü usule geçiyoruz. “Verin de ne kadar
verirseniz verin, gerçek giderinize-gelirinize,
kârınıza-zararınıza bakmıyorum, sadece vergi
istiyorum.” türü bir vergilemeyi seçiyoruz, Orta
Doğu usulü bir vergileme. Bu, zihniyetimizde,
vergileme konusunda, ekonomi konusunda, maliye
konusunda geldiğimiz noktadan yüz sene geriye
gitmektir. Yüz sene önce böyle bir vergi vardı
ama artık bu çağda Türkiye'nin böyle bir
vergileme usulünü tercih etmemesi lazım.
Gerçekten büyük bir gerilemedir bu, olacak şey
değil. Böyle bir hasılat esası kazanç tespitini,
böyle bir yöntemi anlamak mümkün değil.
Ayrıca, burada Cumhurbaşkanı tarafından
belirlenen sektör ve meslek gruplarında
faaliyette bulunanların talep etmeleri hâlinde
bu mükellefler için böyle bir usulü getiriyoruz
yani Cumhurbaşkanına da -Anayasa’ya göre sadece
yasayla vergi konulur- böyle bir yetki
veriyoruz. Cumhurbaşkanı tarafından belirlenen
sektör ve meslek gruplarında faaliyette
bulunanların vergilerini Cumhurbaşkanına
bırakıyoruz. Hâlbuki bu, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin işidir, yasayla tespit edilir. Yine
aynı maddede Cumhurbaşkanı, hasılatlarını
elektronik ücret toplama sistemi aracılığıyla
elde edenlerin taleplerine bakılmaksızın
bölgeler ya da iller itibarıyla farklı oranlar
tespit etmeye… Bölgeler ve iller itibarıyla
farklı vergi oranları tespit ettiriyoruz.
Arkadaşlar, bunlar bizim geldiğimiz noktadan
hakikaten yüz sene geriye gitmektir.
2’nci maddesine bakıyorsunuz, galiba 2002’den
beri 8 kere vergi affı ve servet affı geldi,
şimdi de bir servet affı geliyor. Ben bu servet
aflarından yurt dışından veya yurt içinden
varlıklarını Maliye Bakanlığına bildirenlerin
kaç kişi olduğunu ve ne kadar lira
bildirdiklerini henüz bilmiyorum. Henüz ben
bilmiyorum Plan ve Bütçe Komisyonu üyesi olarak,
bilen de yok herhâlde. E, buradan bir para
geliyor mu, bir fayda var mı?
Rakam bilmiyoruz, kimlerdir bu parayı
getirenler, bunları da bilmiyoruz ya da geliyor
mu gelmiyor mu, onu da bilmiyoruz. Kim için
çıkıyor bu yasa, bunu anlayamıyorum. Birileri
talep ediyor herhâlde, onlar için özel bir yasa
çıkarılıyor getir paranı diye ama ne geldi,
kimler getirdi, kaç kişi getirdi haberimiz yok.
Daha önce çıkanlarda da… Bundan terör örgütleri
bile getirebilir, yararlanabilir birileri
aracılığıyla. Böyle anormal yasalar çıkarıyoruz
ve bunlar bir süre sonra OECD tarafından
izleniyor, bunları da biliyoruz, sorun, sıkıntı
olacaktır maalesef.
Çok önemli gördüğümüz, kamu-özel iş
birliğiyle ilgili, Sağlık Bakanlığının yaptığı
anlaşmalar var. Biz şimdiye kadar Sağlık
Bakanlığının yaptığı hiçbir kamu-özel iş birliği
anlaşmasını görmedik, bilmiyoruz. Kimse de
burada bilmiyor Sağlık Bakanlığı yetkilileri
dışında. Sağlık Bakanlığının yaptığı bu
anlaşmalarla, sözleşmelerle ilgili bir düzenleme
yapıyoruz ama bu düzenlemede eski durum neydi,
şimdi neden yapıyoruz bunu, gerçekten lehimize
midir anlamamız mümkün değildir. Çok ayrıntılı
bir sunum bekliyoruz
Sağlık Bakanlığı yetkililerinden. İnşallah bu
yapılabilir.
Enerji konusu çok önemli. Enerji sektöründe
büyük sorunlar var, sıkıntılar var. Biz de
enerji sektörüne destek olmak istiyoruz ama
orada da kayırmacılık olmadan, doğru dürüst
düzenlemeler yapılmasını bekliyoruz. O konuda da
aynı şekilde düzgün açıklamalar bekliyoruz
Sayın Başkanım.
Merkez Bankasıyla ilgili olan konu çok önemli
bir konu. Yani çok basit olarak halk arasında
“kefen parası” denilen paranın artık
kullanılması noktasına gelindiğiyle ilgili bir
söz var biliyorsunuz. Çok da yanlış değil
maalesef. Bu dönemde tutup da Merkez Bankası
ihtiyaç akçelerinin, 40 milyarın Hazineye
yılbaşında devredilen 30’dan sonra devredilecek
olması Hazinenin ne kadar vahim bir durumda
olduğunu da gösteriyor. O konuda da ayrıntılı
bir bilgi bekliyoruz.
BDDK’nın yapacağı işlemlerle ilgili de yine
İletişim Kurumumuzun ilgili maddeleriyle ilgili
olarak da daha detaylı bilgiler bekliyoruz.
Hepsiyle ilgili de bekliyoruz, özellikle
belirteyim.
|
İDRİS
ŞENYURT
GELİR
İDARESİ BAŞKAN YARDIMCISI
Sayın
Başkanım, şimdi, biz burada tabii hasılat esası
bir vergilemeyi getiriyoruz gelir ve kurumlar
vergisi açısından, bu mükelleflerimiz açısından
ama bunların bizim Vergi Usul Kanunu’nda yazan
yükümlülüklerini yerine getirmesini
kaldırmıyoruz, bunların yine devam etmesi lazım.
Belge alması gerekiyorsa belge alması gerekir.
Belge almadığı zaman yine bizim Vergi Usul
Kanunu’muzda cezaları vardır, özel usulsüzlük
cezaları, bunları uygulamaya devam edeceğiz.
İSMAİL TATLIOĞLU (Bursa) – Denetlenecekse
yani bunlar götürü diye denetim dışı… Böyle bir
teamül söz konusu değil.
GELİR İDARESİ BAŞKAN YARDIMCISI İDRİS ŞENYURT
– Kalmayacak, kalmayacak çünkü yükümlülükleri
devam ediyor.
MUSTAFA SAVAŞ (AKP Aydın Millet
Vekili).
Sayın
Başkanım, saygıdeğer Komisyon üyeleri, kamu
kurum ve kuruluşlarımızın kıymetli bürokratları,
sivil toplum kuruluşlarının değerli temsilcileri,
basınımızın değerli temsilcileri; hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Gündeme alınan (2/2019) esas numaralı Kanun
Teklifi vesilesiyle, Plan ve Bütçe Komisyonunun
eski bir üyesi olarak sizlerle bir arada
olmaktan duyduğum memnuniyeti ifade etmek
istiyorum.
Ayrıca, Komisyon Başkanlığına seçilen Sayın
Lütfi Elvan’a da görevinde başarı ve kolaylıklar
diliyorum.
Sayın Başkan, değerli üyeler; hazırladığımız
ve bugün sizlerin huzurunda görüşeceğimiz kanun
teklifimiz; ekonomi, finans, kamu maliyesi,
sosyal güvenlik, kamu-özel iş birliği, enerji ve
diğer çeşitli alanları ilgilendiren toplam 32
maddeden oluşmakta ve 15 farklı kanunda
değişiklik yapılması öngörülmektedir.
Kanun teklifimizle düzenlenmesi öngörülen
konular hakkında sizleri kısaca bilgilendirmek
istiyorum. Bildiğiniz üzere, 2018 yılının
Ağustos ayında yaşanan kur şokunun etkisiyle
mevduat bankalarımızın takipteki alacaklarının
toplam nakdi kredilerin oranı artış göstermiştir.
Bankalar, bilançolarında taşıdıkları sorunlu
kredilerin artışta olduğu dönemlerde malumunuz,
kredi arzını daraltmayı, ellerindeki parayı kısa
vadeli ve likit varlıklara yatırmayı ve böylece
bankacılık otoritesi tarafından sınırları
belirlenmiş olan sermaye yeterlilik ve likidite
karşılama oranlarını tutturmayı hedeflerler.
Bankacılık sektörünün bilançoları incelendiğinde,
Eylül 2018 ile Mayıs 2019 tarihleri arasında
banka kredilerinde nominal bir artış olmadığı
görülmekte ve bu durum reel anlamda kredi
daralması yaşandığını göstermektedir.
Sayın Başkan, değerli Komisyon üyeleri; bu
teklifimizde yer alan ana başlıklarda
hedeflediğimiz durum, ekonominin iç dengelerinde
durağanlaşan kaynakları harekete geçirerek
sağlıklı bir ekonomik büyümeyi
gerçekleştirebilmektir. Bu kanun teklifimizle,
yeni enstrümanlar devreye sokularak ekonomide
yaşanan olumsuzlukların bertaraf edilmesi
amaçlanmaktadır. Diğer taraftan bu süreçte,
bankalardaki sorunlu kredilerde yaşanan artış
nedeniyle, sorunlu kredilerin yapılandırılması
teklif edilmektedir. Kredi vadelerinin uzaması
ve nakit akışlarının vadeye uygun hale
getirilmesi sonucunda, firmaların yeniden katma
değer sağlayacak
olması hem bankaların hem de firmaların
bilançolarını düzeltecek, bu sayede üretimin,
yatırımın, ihracatın, ticaretin, istihdamın,
kısacası, sürdürülebilir büyümenin en önemli
unsuru olacaktır. Bu döngüyü tersine çevirmek
için yapılması gereken, tıkanan kredi kanalının
tekrar açılmasıdır. Bankaların aktifinde bulunan
sorunlu krediler hızlı ve etkin bir şekilde
çözümlenmelidir; yapılandırılabilecek olanlar
yapılandırılmalı, diğerleriyse hızla tasfiye
edilmelidir.
Kredi kanalını tekrar çalıştırmak için
bankaları mali anlamda daha dirençli hâle
getirmenin yanında, finansal yeniden
yapılandırmalar yoluyla bankaların aktif
kalitelerinin yükseltilmesi gerekmektedir. Bu
çerçevede, kredi kanalında son bir yıl
içerisinde görülen tıkanıklığı açmak için bir
yandan bankaların mali yapısını güçlendirecek
tedbirler alırken, diğer yandan yeniden
yapılandırmaları yasal ve kurumsal bir çerçeveye
oturtarak bazı vergi istisnalarıyla teşvik etmek
gerekmektedir.
Bu çerçevede, hazırladığımız kanun teklifinin
16’ncı ve 17’nci maddeleriyle, bankalara iki yıl
süreyle finansal yeniden yapılandırma imkânı
sağlanmakta, Sayın Cumhurbaşkanımıza bu süreyi
iki yıl daha uzatma yetkisi verilmektedir. Söz
konusu düzenlemelerle, ulusal ve uluslararası
konjonktür kaynaklı makroekonomik gelişmeler
dolayısıyla reel sektörde ortaya çıkabilecek
finansal sorunların çözümlenmesi, yapılandırma
programlarını içeren bir uzlaşı platformunun
oluşturularak finansal güçlük yaşayan borçlu
firmalara ödeme gücü kazandırılması ve bu
suretle katma değer yaratmaya ve istihdam
oluşturmaya devam etmelerini amaçlamaktayız.
Bununla birlikte, teklifte yer alan bir diğer
önemli husus, zorunlu karşılıklarla ilgilidir.
Bildiğiniz gibi, makro risklerin azaltılmasına
katkıda bulunmak amacıyla uygulanan para
politikası çerçevesinde zorunlu karşılıklar
aktif bir para politikası aracı olarak
kullanılmaktadır. Gelişmekte olan ülkeler
özellikle 2008 küresel krizinden sonra zorunlu
karşılıkları bir para politikası aracı olarak
daha sık kullanmaya başlamışlardır. Ülkeler,
munzam karşılıkları kullanırken kendi özgün
makro iktisadi sorunlarına pratik çözümler
geliştirme amacına odaklanmışlardır. Bu açıdan
bakıldığında, Brezilya ve İsrail gibi bazı
ülkelerde dış kırılganlıklar kontrol altına
alınmaya çalışılırken Çin gibi bazı ülkelerse
doğrudan desteklemek istedikleri sektörlere
kullandırılan kredilere ilişkin performans
eşikleri belirlemişlerdir. 2008 küresel krizine
kadar munzam karşılıklar daha çok bankaların
pasif kalemleri yani mevduat üzerinden yoğun
olarak tesis edilen bir araçtı; kriz
sonrasındaysa, banka bilançolarının aktif
kalemleri de dikkate alınmaya başlanmıştır.
Bilanço dışı kalemler de kademeli bir şekilde
munzam karşılık düzenlemelerinde dikkate alınan
ek parametreler olmuştur.
Bu çerçevede, teklifimizin 3’üncü ve 4’üncü
maddeleriyle, sıkça değişen piyasa koşullarını
da dikkate alarak zorunlu karşılık oranlarının
belirlenmesinde mali kuruluşların bilanço içi
veya dışı uygun görülen kalemlerinde meydana
gelen değişikliklerin dikkate alınmasını
düzenlemekteyiz.
Teklifimizde öne çıkan bir başka önemli
düzenleme de, Türkiye Cumhuriyet Merkez
Bankasında biriken ihtiyat akçelerinin hazineye
devri konusudur. Konuya ilişkin olarak tarihsel
geçmişe baktığımızda, Türkiye Cumhuriyet Merkez
Bankasının sadece üç yıl zarar ettiğini
görmekteyiz. Bunun dışında Merkez Bankası her
yıl kâr etmiştir ve son yıllarda ülkemizin en
çok kâr eden anonim şirketidir. Zamanla
ülkemizin en kârlı anonim şirketi hâline gelmiş
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının yıllık
kârını dağıtmaması yüksek maliyetli sorunlara
yol açmaktadır. Bunu iki kalemde özetlemek
gerekirse, hazineye devredilmeyen her türlü kâr
dağıtılmayan kâr tutarı kadar ek borçlanma
oluşturduğu için iç borçlanma faizlerinin aynı
oranda yapay şekilde yüksek kalmasına yol
açmaktadır. Türkiye Cumhuriyet
Merkez Bankası karı son tahlilde piyasadan
çekilen paradır. Kâr ne kadar yüksekse o kadar
yüksek miktarda piyasa fonlama ihtiyacı ortaya
çıkacaktır. Bu açıdan bakıldığında, son günlerde
kamuoyunun gündemini sıkça meşgul eden bir konu
olarak yedek akçe devrinin Türkiye Cumhuriyet
Merkez Bankası tarafından para basılması
anlamına gelmediğini de ifade etmek
gerekmektedir.
Bununla birlikte, yedek akçe politikalarında
diğer ülke örneklerine gelince, uygulamanın
aslında her ülkenin takip ettiği bir genel kural
olmadığı gerçeğiyle karşılaşmaktayız. Örnekleri
şöyle sıralayabiliriz: Kanada, Meksika ve Çin
merkez bankaları kârlarının yüzde yüzünü
hazineye devretmektedirler. Polonya’ysa kârın
yüzde 98 seviyesindeki tutarını hazineye
devretmektedir. Güney Kore ile Güney Afrika’ysa
kârın yüzde 90 seviyesini hazineye aktarmaktadır.
Hindistan’sa başka bir uygulama yapmaktadır,
kârın yüzde kaçının devredileceğine Merkez
Bankası kendisi karar verebilmektedir ancak
Hindistan Hükûmeti bu kararı
devre dışı bırakan ikinci bir karar alabilmekte
ve son durumda Hükûmet, asıl karar verici
olmaktadır.
Teklifimizin 5’inci ve 6’ncı maddeleriyle,
Merkez Bankası Yasası’nda yapılacak ihtiyat
akçesi düzenlemesiyle kâr dağıtımının dünya
örnekleriyle uyumlu hale gelmesi sağlanmaktadır.
Tüm bu düzenlemelerle birlikte teklifimizi
genel olarak özetleyecek olursak, vergi
uygulamalarının basitleştirilmesi, mükelleflerin
vergiye uyum maliyetlerinin azaltılması amacıyla
kazanç üzerinden alınan vergilerde bir kısım
mükellefler için hasılat esaslı kazanç tespiti
yoluyla gayrisafi hasılanın yüzde 10’unun
vergiye tabi kazanç olarak esas alınması, yurt
dışında bulunan para, altın, döviz, menkul
kıymet ve diğer sermaye piyasası araçlarının
Türkiye’ye getirilmek ve bunlar üzerinden yüzde
1 oranında vergi hesaplanmak suretiyle millî
ekonomiye kazandırılması, yurt dışına çıkış
harcının 15 TL’den 50 TL’ye çıkarılması, Merkez
Bankasının hızlı ve etkin karar verebilmesi için
ilgili mali kurum ve kuruluşlardan talep ettiği
bilgilerin gerçek zamanlı ve anlık
karşılanmasının temini, yurt dışı borçlanması
yapmak suretiyle aylık bağlanan sigortalılara
ilişkin çeşitli düzenlemeler yapılarak bu
kişilerin borçlanma karşılığı ödemiş oldukları
tutarları çok kısa sürede emekli aylığı olarak
geri almaları Sosyal Güvenlik Kurumunun mali
yapısını olumsuz etkilediğinden ve kurum ve
kişiler açısından nimet-külfet dengesinin
hakkaniyete daha uygun şekilde düzenlenmesi
amacıyla borçlanma oranının yükseltilmesi,
ülkemizde elektrik motorlu otomotiv markası veya
markalarının üretilmesinin ve bu araçların yurt
içinde tercih edilirliğinin vergisel yönden
desteklenmesi amacıyla düzenleme yapılması,
elektronik iletişim cihazlarına ait kimlik
bilgilerinin başka cihazlara kopyalanması
nedeniyle oluşan kayıt dışı ekonominin ve
muhtemel güvenlik açıklarının ve mağduriyetlerin
engellenmesi, yurt dışından sıfır araç olarak
getirilen ve üçüncü şahıslara satılan ikinci el
araçlar nedeniyle oluşan sorunların giderilmesi,
ayrıca, sağlık, enerji ve eğitim yatırımlarına
yönelik kamu kurum ve kuruluşlarımızın
ihtiyaçlarına ve vatandaşlarımızdan gelen
taleplere yönelik olarak çeşitli konularda
ihtiyaç duyulan kanuni düzenlemelerin hayata
geçirilmesi konuları teklifimizde yer alan
değişiklikleri oluşturmaktadır.
Maddeler üzerine geçildiğinde sizleri daha
detaylı bilgilendirmek üzere sözlerime burada
son veriyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
|
A. MASİS YONTAN
TÜRMOB BAŞKANI
Sayın Başkan, Sayın
Bakanım, saygıdeğer milletvekilleri, Maliye
Bakanlığımızın, Sosyal Güvenlik Bakanlığımızın
değerli temsilcileri; hepinize çok teşekkür
ediyorum. Gerçekten, bugün bu konuşmalar, bu
tartışmalar olumlu sonuç verdi. Neden? Dünyaya
kendimizi anlatamıyoruz. 82 milyonluk ülkede 1
milyon 806 bin gelir vergisi mükellefi, 674 bin
kurumlar vergisi mükellefi, toplam 2 milyon 481
mükellef toplumun yüzde 3’ü gerçek usulden
vergilendiriliyor. Bakın, sadece yüzde3’ü. Oysa
götürülere baktığımız zaman, basit usul ve
gayrimenkule baktığımız zaman o da yüzde 2,8;
etti 5,8. Eğer bu yasa değişmemiş ve olduğu gibi
geçmiş olsaydı ne kendimizi Avrupa’ya ne dünyaya
anlatamazdık. Üç hafta önce Afrika Muhasebeciler
Federasyonundaydık. İnanın, orada bile böyle bir
yasa geçmezdi. Neden? Şimdi, biliyorsunuz, beyan
esası 1950’den beri ve Mezopotamya –ben
Mardinliyim- muhasebenin doğduğu yer. Muhasebe
orada, Mısır’da gelişiyor ve ondan sonra
İtalya’da… Artık ne olursunuz bu, gerçekten, net
hasılat esası muhasebeyi de öldürür, kayıt
dışını teşvik eder, belgesizliği teşvik eder, ne
olursunuz bunu gündeme bir daha getirmeyelim.
Neden? Aynı zamanda bunu eğer kabul etmiş
olsaydık ne olurdu, biliyor musunuz?
İşletmelerin, özellikli işletmelerin,
sektörlerin gelişmesinin önüne de ket koymuş
olacaktık, indirimler, istisnalar olmayacaktı,
teşvikler olmayacaktı. Onun için sizlere
gerçekten çok teşekkür ediyorum.
TÜRMOB BAŞKANI A. MASİS YONTAN –
Başka bir şey; vergi afları. Ortalama cumhuriyet
döneminden bugüne her iki buçuk yılda bir vergi
affı çıktı. Son on senede neredeyse her sene bir
vergi affı çıktı ve artık bu toplumda vergiye
karşı bir tepki doğdu. Ne olursunuz, artık bu
yapılandırmaları, bu afları bir daha gündeme
getirmeyin. İnsanlar şunu diyor: “Ne de olsa af
çıkacak, vergi vermeyeyim. Ne de olsa af çıkacak,
ne de olsa yapılandırma çıkacak.” Artık bunlara
bir son verelim.
Bir başka şey, ben mali
müşavirim. Şu anda 113 bin kişiyiz ülkede. Bunun
51.771’i bağımsız çalışıyoruz bürolarımızda,
61.773’ü ise devlette, şirketlerde çalışıyoruz.
Çok büyük bir aileyiz ama sorunlarımız var ve
dünyanın en stresli 3’üncü mesleğini yapıyoruz;
pilotlar, doktorlar, muhasebeciler. Sayın
Kalaycı’ya teşekkür ediyorum…
TÜRMOB BAŞKANI A. MASİS YONTAN –
Ama bu sorunlarımızı da ne olursunuz gündeme
getirelim. Gelir İdaresi Başkanım da burada, bu
sorunları kendileri de biliyor. Gerçekten şu
mücbir sebep hâlimiz: Mali tatili 31 Temmuza
uzatalım, ya bir tatil yapalım, tatil insanların
insanlık hakkı.
Çok teşekkür ediyorum Başkanım
söz verdiğiniz için, sizlere de çok teşekkür
ediyorum, çok sağ olun.
|
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ
(CHP İstanbul Milletvekili )
Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın milletvekilleri, bürokrasinin çok değerli
temsilcileri; hepinizi selamlıyorum, sevgiler
saygılar sunuyorum.
Hemen konuya gireceğim çünkü zaman son derece
kısıtlı. Teklif çok geniş konularda düzenleme
yapıyor, Merkez Bankası Kanunu’ndan Gelir
Vergisi Kanunu’na, enerji sektörü
düzenlemelerine, sağlık sektörüyle ilgili
düzenlemelere ve yurt dışında çalışanların
boşanmasına kadar çok kapsamlı düzenlemeler
içeriyor. Özü itibarıyla bir kriz dönemi
düzenlemesi olarak tanımlamakta hiçbir sakonca
görmüyorum, hazineye gelir sağlama amaçlı
düzenlemeleri de var.
Şimdi, vergiyle ilgili değerlendirmeleri
yapmadan önce sisteme ilişkin bir genel
değerlendirme yapmak istiyorum. Bizim gelir
vergisi sistemimizin beyan usulüne geçişi
1950’li yıllardadır, 1949 yılında çıkmış olan
5421 sayılı Gelir Vergisi Kanunu, yine aynı yıl
çıkmış olan 5422 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu
ilk olarak 1950 yılında uygulanmaya başlamış ve
o tarihten bu yana bizim kazanç üzerinden alınan
vergilerimiz yani gelir ve kurumlar vergisi
beyan üzerinden alınmaya başlanmıştır. Beyan
sistemi modern bir sistemdir, beyan sisteminin
en temel özelliği mükellefin kazancını kanunlar,
kurallar çerçevesinde idareye beyan etmesi ve
idarenin de bu kazancı denetlemesidir. Bir diğer
özelliği de denetim oranının düşüklüğü nedeniyle...
Yüzde 1-2 gibi bir
orandır aslında mükellefin denetim oranı belki
3-4 olabilir her neyse ama düşük bir orandır.
Sistemin otokontrol mekanizmaları dediğim
mekanizmaları vasıtasıyla da mükellef beyanının
düşüklüğü önlenir. Böyle temel özelliği, temel
yapısı olan bir sistemimiz vardı. Maalesef zaman
içerisinde otokontrol müessesleri sistemden
çıkarıldı, şu anda vergi sistemi korunmasız
kalmıştır. İdarenin yapmış olduğu denetim son
derece sınırlıdır, denetim elemanı sayısındaki
artışa rağmen denetim son derece sınırlıdır ve
özellikle de AK PARTİ iktidarları döneminde sık
sık yeniden yapılandırma ve varlık barışı
düzenlemelerine gidilmek suretiyle görünüşte
sisteme ek gelir sağlama amacı güdülürken
gerçekten sistem aşındırılmıştır, sürekli olarak
yeniden yapılandırma ve v arlık barışı
düzenlemeleri yapılması suretiyle mükellefin
sisteme olan inancı zayıflamış ve nasıl olsa
yine bir yapılandırma, af kanunu ya da varlık
barışı düzenlemesi çıkar düşüncesiyle
mükellefler vergisel yükümlülüklerini zamanında
yerine getirmekten kaçınmışlardır.
Demokratik devletin zor kullandığı en geniş
alan vergidir. Bu nedenle güçlü demokrasiler,
gelişmiş demokrasiler demokratik devletin bu
geniş alanda ülkeyi yönetenlerin, iktidarların
istediği gibi hareket etmesini önlemek, siyasal
tercihlerle vergi uygulamalarına yön vermesini
önlemek amacıyla gelir idarelerini yarı özerk
bir yapıya kavuşturma yoluna gitmişlerdir. OECD
ülkelerine bakıldığında klasik Maliye Bakanlığı
modelinden yarı özerk Gelir İdaresi modeline
geçildiği görülür. Yarı özerk yani uygulamada
bağımsız, siyasal erk sahipleri hiçbir şekilde
uygulamaya müdahale edemez ancak idareye karşı,
Maliye Bakanlığına karşı hesap verme yükümlülüğü
olan bir kurum. Yarı özerk deyince, hani
uygulamasına müdahale edilebilir şeklinde bir
anlam çıkmasın.
Türkiye’de de bu çerçevede 2005 yılında yarı
özerk Gelir İdaresi kurulmasını amaçlayan bir
kanun çıkarıldı ama o tarihten bu yana yapılan
uygulamalar, sonra zaman içerisinde tüm denetim
birimlerinin Maliye Bakanlığına bağlanması
suretiyle yapılan, çıkarılan uygulamalar, klasik
Maliye Bakanlığından çok daha kötü bir şekilde
uygulamayı tamamen siyasal iktidarın emrine
vermiştir. Bugün ortada yarı özerk Gelir İdaresi
yoktur, tamamen ve tamamen 2005 yılından bu yana
Bakana bağlı, onun siyasal kararlarına göre
hareket eden bir idare vardır. Denetimin
bakanlar elinde nasıl bir silah hâline
dönüştürüldüğünü gördük. İstediğiniz kadar
kalkınma planlarında idarenin özerk olacağını,
mükellef haklarının yasal bir altyapıya
kavuşturulacağını yazın gerçek öyle değildir,
bugün Vergi İdaresi, Gelir İdaresi, denetim
birimleri tamamen siyasi iradenin maalesef
emrinde olmuştur.
Devletin vergilendirme yetkisinin sınırı
mükellefin hak ve özgürlüklerinin sınırıdır. Bu
ikisinin bir denge içerisinde götürülmesi lazım.
Anayasa Mahkemesi bir kararında bu uluslararası
kuralı çok güzel anlatmıştır, ilgili arkadaşlara
tavsiye ederim, o kararı bulup okusunlar. Devlet
istediği gibi vergi koyamaz, vergi sisteminde
istediği gibi değişiklik yapamaz. Ta, 1950
yılında uygulamaya konulan gelen 5421 sayılı
Gelir Vergisi Kanunu, beyan sistemini kabul
ederken şöyle bir gerekçe koymuş, genel
gerekçesine bakıldığında orada görülecektir:
Esas olan beyan sistemidir. Beyan sisteminden
sapma ancak ekonomik ve sosyal zorluklar veya
teknik nedenlerle olabilir. Nitekim aynı kanunda
götürü usulde vergileme vardır ki daha sonra 193
sayılı Gelir Vergisi Kanunu’nda aynı sistem yine
devam etmiştir. Götürü vergileme bir istisnadır,
esas olan daima kazancın beyan sistemine
dayanmasıdır ama görüyoruz ki bu teklifte yer
alan bir maddeyle beyan sistemi altüst
edilmiştir, götürü vergilemeye gidilmiştir.
Efendim, vergilemede basitlik vesaire,
söylenebilir, bu uygulamayla belli sektörlerden
daha çok vergi alınması hedeflenmiş olabilir,
belli iş kollarından daha çok vergi alınması
hesaplanmış olabilir; bu konular Gelir
İdaresinin bilgisayarında vardır, hangi iş
kolları, hangi sektörler ne kadar vergi ödüyor,
onların toplam
hasılatlarının yüzde 10’unu alırsak bunu
vergiye tabi kazanç olarak kabul edersek ne
kadar vergi alırızın hesabı yapılmış ona göre bu
madde getirilmiştir tabii. Ama maddenin yazım
tarzına bakıldığında bunun bir vergi güvenlik
önlemi olmaktan öteye giderek vergi sistemini
tamamen tahrip eten bir yapıya dönüştürüldüğünü
görmek mümkündür. Bu son derece sakıncalı bir
maddedir. Aynı amaç bu düzenlemeyi bir vergi
güvenlik önlemi olarak tasarlamak suretiyle
gerçekleştirilebilir.
Maddeyle ilgili görüşlerimi maddeye
geldiğimde ifade edeceğim. Ayrıca madde son
derece kötü yazılmıştır. Onu Gelir İdaresi
yazdıysa o idareye de o yazım şeklini
yakıştıramadım, bu kadar yıllık bir Gelir
İdaresi teşkilatı bu maddeyi teknik
terminolojiyi bile bir kenara bırakarak bu
şekilde yazıyorsa sadece ve sadece o idarenin
eski bir mensubu olarak ben üzüntülerimi ifade
ederim.
Varlık barışı düzenlemesi, bugüne kadar af
veya yeniden yapılandırma ya da varlık barışı
adı altında 8 tane kanun çıkarıldı, tablosu
önümde, isteyenlere verebilirim. İlk düzenleme
25/10/2003 tarihinde 4811 sayılı Kanun’la
yapıldı, son düzenleme 11 Mayıs 2018 tarihli
7143 sayılı Kanun’la yapıldı. Sadece varlık
barışı olarak değerlendirecek olursak bu 5’inci
varlık barışı düzenlemesi olacak. İlk varlık
barışı düzenlemesi olan 5811 sayılı Kanun’un
uygulamasından doğan sonuçlar Gelir İdaresinin
web sayfasında yayınlandı ama ondan sonra hiçbir
varlık barışı uygulaması sonucu yayınlanmadı.
Buna Bakanlığın, idarenin hiçbir şekilde hakkı
yok. Hangi kanundan, hangi sonuçlar elde
edilmiştir, bunlar açık bir şekilde
yayınlanmalıdır. Ben de burada bu rakamları
talep ediyorum. Yani 6111 sayılı Kanun dâhil
olmak üzere, o tarihten bu yana bütün varlık
barışı uygulamalarının sonuçlarını öğrenmek
istiyorum.
BAŞKAN – Lütfen tamamlayabilir miyiz?
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) –Öyle mi
daha yeni başlamıştık Sayın Başkan.
BAŞKAN – On dakikayı geçti.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Komisyonun
eski mensubu olursam belki biraz...
BAŞKAN – Maddede de söz verebilirim.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Tamam,
peki, toparlıyorum, elbette süreme uyacağım.
Son cümlelerimi ifade edeyim: Merkez Bankası
Kanunu’yla ilgili yapılan düzenleme yanlıştır,
çok konuştuk bunu. Şimdi teklifi sunan değerli
arkadaşımız Uzak Doğu ülkelerinden örnekler
veriyor, Kore, sonra bir ülke daha söyledi,
kaçırdım, oralarda bu kanun var. Peki, ben size
soruyorum: O ülkelerde Merkez Bankası rezervleri
nedir? Ekonomik büyüme nedir? O ülkenin bir
ekonomik kriz durumu var mıdır? Merkez Bankası
rezervlerinin kısa vadeli borçları karşılama
oranı nedir? Rezerviniz bitmiş, oturmuşsunuz,
para lazım, deniz bitti, Merkez Bankası ihtiyat
akçesine göz dikmişsiniz. Bakın, bu sizi
kurtarmaz. Para yok, kriz var, bu bitince ne
yapacaksınız? 2001 krizinde bile ülkeyi
yönetenler bu yola başvurmadılar. Açıkça
ekonomik paketlerini ilan ettiler, halkın
karşısına çıktılar, faturasını da ödediler.
Faturayı yerel seçimlerde ödediniz, daha da
ödeyeceksiniz. Böyle giderseniz bunun faturası
çok ağır olacak, tavsiye etmiyorum. Merkez
Bankasıyla bu kadar oynamayın. Son Merkez
Bankası Başkanımız Sayın Durmuş Yılmaz’dı. Sonra
maalesef bağımsız Merkez Bankası Başkanları
göremedik ama öyle veya böyle o Merkez Bankası
Başkanlarının bir direnç noktaları vardı yine bu
son direnç noktası da son başkanla gitti, şimdi
uysal Başkan geldi yerine. Uysal başkanın ilk
icraatı ihtiyat akçelerinin bütçeye aktarılması
oldu. Hukuk yok, bu zorbalık arkadaşlar. Genel
Kurul kararı bile aranmıyor, oradaki ihtiyat
akçelerinin hazineye aktarılması için Merkez
Bankasının Genel Kurul kararı bile aranmıyor,
hazine doğrudan el koyuyor. Merkez Bankası
vitrinde bağımsızlığı olan bir kurum, en azından
vitrinde bir şey duruyordu, bir gün bağımsız
olma umudu vardı, o da yok edildi. Kanun açık,
Merkez Bankası Kanunu’nun 27’nci maddesi açık,
28’inci maddesi açık. Bu hâllerde Merkez Bankası
Başkanının görevi sona erer yani ticaretle
uğraşırsa, bankalar veya iştiraklerde görev
alırsa. Efendim, 375 sayılı KHK’yle düzenlemeler
getirildi. Getiril de ama özel kanun orada
duruyor, o maddeleri değiştirmediniz; öyle yok,
kanun orada duruyor arkadaşlar.
BAŞKAN – Evet, Sayın Hamzaçebi...
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) –
Toparlıyorum Sayın Başkanım.
Hemen bitiriyorum, şimdiden söyleyeyim de
arkadaşlar belki hazırlık yaparlar, enerjiyle
ilgili düzenlemedeki bir madde bir şirketi
kurtarmaya yönelik. Yok öyle yağma, öyle otuz
altı ay süre veriyorsunuz falan. O zaman bütün
herkese süre verin, enerji sektöründeki bütün
herkese, şirketlere otuz altı ay süre verin.
Teklif sahibi arkadaşımız bunu kendi yazdıysa
kendisinden bekliyorum o bilgiyi. Muhtemelen
ilgili bakanlık yazdı, kendisine verdi.
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Daha çok var ama artık zamanı geldiğinde
anlatırız onları.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın
Başkan, bir de...
BAŞKAN – Buyurun.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Bakan
Yardımcısının burada oturması doğru mudur? Yani
ön sırada oturacak bir yer yok mudur?
BAŞKAN – Doğru değil. Şöyle yapalım: SGK
Başkanımız ve BTK Başkanımız...
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Eğer bakan
yardımcıları önemli değilse, sayılmıyorsa yani
oyuna dâhil değilse öyle bilelim.
BAŞKAN – Yok, yok, geç geldiği için öyle
oldu.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Geç
girseniz de Sayın Bakan Yardımcısı sizin yeriniz
orasıdır, geçeceksiniz oraya. Ben sizin
yerinizde olsam, sizi oraya oturtuyorlarsa
kalkar giderim.
BAŞKAN – Yok, öyle bir şey yok.
SGK Başkanımız sizi şöyle alalım, şimdi,
BTK’daki daire başkanı arkadaşlarımız, Merkez
Bankası Başkan Yardımcımızı da 2’nci sıraya
alalım, SGK Başkanımızı da 2’nci sıraya alalım,
diğer arkadaşlarımız bir arkaya geçsinler. Gelir
İdaresi Başkanımızı da 2’ci sıraya alalım,.
Başkanım siz de gelin şöyle.
|